0
ARCH+ news

Önsöz

Pelin Tan und Şevin Yıldız //

ARCH+´un bu sayısını hazırlarken, konuk editörler olarak bir kent ve onun mimarlık camiasının portresinin ötesinde, dinamik bir değişimin yansımasını oluşturmak istedik. Neoliberal Kentsel Dönüşümün, getirdiği küresellikle beraber yarattığı ayrışmaların da irdelenmesi gerektiğini düşünüyoruz.

İstanbul´u Neoliberal Dönüşüm altında okumak için 2000li yılları referans aldık. Yabancı sermayenin yatırım için İstanbul´a ilgi duyması, eğitim sisteminde dışarıya açılmanın Erasmus gibi programlarla daha yoğun olması, yurtdışında eğitim almış mimarların çalışmak için İstanbul´a geri dönmesi, belli mimarlık platformlarının küresel mimari üretimi ulaşılabilir kılması -konferanslar, bienaller, vb.-, bunlar 2000´li yılları çok önemli kılıyor. Ayrıca bu tarihleme net olarak neo-liberal politikaların sonucunun ya da somut hallerinin günümüze kadar görünür kılındığı bir zaman dilimi. Yani, mekanın rant sağlanarak kapitale dönüştürülmesi, 1980´lerden bu yana kentlerde gördüğümüz bir yerel yönetim, özel sektör ve devlet pratiği... 1990´ların ardından 2000´li yıllarda ise, bu mekânsal dönüşümün yerel ölçekte değil küresel ölçekte gerçekleştiğini görüyoruz. Dergide yerini bulan TOKİ kurumu örneğinde, devletin mekansal üretime doğrudan müdahalesini ve tüm aktörlerini (yerel yönetim, devlet, mimar, yaşayanlar, plancılar, özel sektör, vb.) keskin bir şekilde karşı karşıya getiren bir sürecin ortaya çıktığını görüyoruz. Aktörlerin kendilerini bu süreçte konumlandırma biçimlerinin bu farklılıkların oluşturulmasında önemli rol oynadığının altını çizmek için, bunu örnekleyen çalışmalara yer vermek istedik. Ayrıca mimari üretimin bu bağlamda nasıl şekillendiğini ve şekillendirdiğini sunmak, ofis profillerinin seçiminde etkili oldu. Kentsel proje örnekleri seçiminden söz edecek olursak, kent içinde belirli yarışmalara tartışma konusu olmuş belirgin kentsel akslar ile ilgili projeleri ele aldık. Amacımız, projenin sürecini ve mimarını tanıtmaktan öte; bu aksların kent için ne anlam ifade ettiği ve ne edeceği, etrafında yer alan aktörler ve bu projedeki aktif rolleri üzerine yoğunlaşmaktı. Diğer yandan devlet eli ile sürdürülen kentsel dönüşüm projelerini tanıtmaya ve mekânların sadece mimari anlamda değil sosyo-fiziksel, kentsel çevre, toplumsal değeri hakkında araştırma yapmaya ve tanıtmaya çalıştık. Tanıtılan ofisler ve projelerin çoğunda kriter, bu kentsel değişimi örnekleyebilecek bağlamlarda var olmuş olmalarıydı. Gerek araştırma, gerek kentsel tasarım veya mimarlık ölçeğinde olsun aklımızda var olan ve gözlemlediğimiz mesele şuydu: Küresel bir olgunun uzantısı olan ekonomik üretimin, küresel ölçek ve yerel dinamikler ile mekanı yeniden nasıl biçimlendirğini, mekan odaklı üretimin yerel yönetim, yönetişim şekilleri ve farklı aktörlerin etkisini; kentleşmenin İstanbul ölçeğinde diğer dünya kentlerinden hangi sorunları ve tartışmalarıyla ayrıştığıydı.

Komünizm sonrası değişim geçiren bir Doğu Avrupa, savaşlarla sürekli yeniden yapılandırılan bir Ortadoğu ve ulus-üstü sermayenin transfer edildiği bir Güneydoğu Asya İstanbul´u coğrafi olarak ister istemez ilginç bir noktaya taşıyor. Bir diğer etken de güncel sanatın önemli üretimlerinin de bu merkezlere kayması ve bahsettiğimiz sorunsalların güncel sanat-kent ekseninde mimarlıkla kesişmesi. Bizim dergiyi hazırladığımız 10 aylık süreçteki duruşumuz İstanbul´u çekici ve pazarlanır hale getiren bir tanıtıma dönüştürmeden, öte yandan da Pekin, Sao Paulo, Mumbay gibi kentlerin örnek olarak kullanıldığı megakent söylemini tekrarlamadan, neo-liberal üretimle ilişkisini sergileyebilmekti. Bu kentlerle benzerlikler olduğu muhakkak ama bizim amacımız içeriden bir kritik perspektif yaratabilmekti. Metropollerin bu bağlamda paralel okunması önemli ama bir o kadar da ana-akıma hizmet eden bir duruş. “Mahalle”, “kamusal alan”, “direniş” gibi kavramlar neoliberalizm sözlüğüne çoktan girmiş terimler olmasına rağmen, her bağlamda aktörleriyle yeniden irdelenmesi gereken süreçler.